Rize'nin Kalkandere ilçesi Aksu (Pasalet) mahallesindendir. Babasının adı Feyizoğlu Memiş, anasının adı Hatice hanım olup 1253 (1838) yılında doğdu. Henüz delikanlılık çağında tasavvufa meyledip Halvetîye Tarikatı'nın Şabaniye koluna mensup Çerkeşiye şubesi şeyhlerinden Ankaralı Ahmet Hakkı Efen-di'ye intisab etti. Şeyh Ahmet Hakkı Ankaravi, bir müddet sonra hilafet verdiği Hüseyin Efendi ile Sürmene'nin Kılima (Kahramanlar) köyünden Osman Sıdkı Efendi'yi, tarikatı Karadeniz bölgesine yaymak için bölgeye gönderdi. Bu iki halifeden her biri kendi köylerine yerleşerek Halvetîye Tarikatı'nı neşretmeye başladılar. Bu esnada Sürmene'nin güneyinde bulunan Köprübaşı ilçesinin Göneşere (Fidanlı) mahallesinden bir grup insan Şeyh Ahmet Hakkı Ankaravi'ye müracaat ederek inşa ettirdikleri Tekke için bir halife (şeyh) talebinde bulundular. Ahmet Hakkı Efendi de ihtiyaç duydukları şeyhi çevre köylerde aramalarını söyledi. Köylüler çevrede araştırma yapınca Sürmene'nin Kılıma köyündeki Osman Sıdkı Efendi'nin işaret edildiğini anlayıp, bu zâta müracaatla, Göneşere'deki tekkede vazifeye başlamasını sağladılar. Bir müddet sonra Osman Sıdkı Efendi vefat edince köylüler tekrar Ahmet Hakkı Efendi'ye başvurarak yeni bir şeyh talebinde bulundular. Ahmet Hakkı Efendi, bu sefer de ihtiyaç duydukları şeyhi, çevre kaza ve vilayetlerde aramalarını söyledi. Köylüler de bunun üzerine, oluşturdukları ekiplerle bölgeyi tekrar araştırmaya başlayınca, o zamanki adıyla Karadere'nin Pasalet köyünde böyle bir şeyhin olduğunu öğrendiler ve buraya gelerek Hüseyin Efendi'ye müracaatla durumu izah edip Göneşere'deki tekkenin şeyhliğini üstlenmesini sağladılar. Hayatının sonuna kadar bu tekkede irşad hizmetiyle meşgul olan Hüseyin Efendi, halk arasında Zırhlı Hüseyin Efendi olarak şöhret bulmuştur. Zırhlı lakabının kendisine verilmesine sebep olan hadise de şu şekilde nakledilir.
Hüseyin Efendi Osmanlı donanmasında Bahriye askeri olarak vatanî görevini yaparken, bulunduğu gemi İstanbul Boğazı yoluyla bir seyire çıkmıştı. Hüseyin Efendi bu esnada geminin geçeceği rotanın hemen yakınında, İstanbul Boğazı civarındaki hocasını ziyaret etmek istiyordu. Bu arzusunu gemi komutanına arz edince, komutanı seyir esnasında duramayacaklarını söyleyerek, red cevabı vermişti. Hocasına çok yakın bir yerden geçecek olmalarına rağmen onu ziyaret edememenin üzüntüsüyle makine dairesine inen Hüseyin Efendi, burada zikir ve murakabeye dalmıştı. Bir müddet sonra gemi tam Hüseyin Efen-di'nin hocasının ikamet ettiği mahal yakınından geçerken arızalanıp durmuş ve yapılan müdahalelere rağmen çalıştırılması bir türlü mümkün olmamıştı. Bu esnada makine dairesinin bir kenarında murakabeye dalmış olan Hüseyin Efendi'nin farkına varılınca, durum gemi komutanına iletildi. Bunun üzerine kumandan hatasını farkedip Hüseyin Efendi'yi çağırmış ve hocasını ziyaret edebileceğini söylemişti. Hüseyin Efendi de karaya çıkıp ziyaretini yapmış, tekrar gemideki vazifesinin başına dönünce gemi çalışıp seyrine devam etmişti. Bu hadiseden sonra Hüseyin Efendi, Zırhlı Hüseyin Efendi olarak anılmaya başlandı.
Kısa boylu bir zât olduğu, hayatının son zamanlarında âmâ olduğu ve oğlu Hacı Cemal Efendi'yi halifesi olarak yetiştirdiği bildirilmektedir.
1334/1918 yılında 80 yaşında olduğu halde vazife yaptığı tekkede vefat edince, yakınları cenazesini alıp Kalkandere'deki köyüne getirmek istediler. Bunun üzerine tekke civarındaki köylerden toplanan halk, cenazeyi vermeyeceklerini, büyük bir itibara sahip olduğu, uzun zamandır hizmet ettiği tekke yakınına defnedileceğini söylediler. Neticede kendinden önce tekke'de görev yapan Osman Sıdkı Efendi'nin yakınına defnedilen Zırhlı Hüseyin Efendi ile Halvetîye Tarikatı mensubu kişilerin medfun bulundukları bu alan, daha sonra kubbeyle örtülü, bakımlı ve güzel bir türbe haline getirildi.