Şeyh Erzurumi


Şeyh Erzurumî türbesi, il merkezinin güneyinde Malatya yolunan sağında Kızılırmak mahallesinde eski mezarlığın içinde kare planlı, prizmal gövdeli bir türbedir (1). Yapının sağ tarafında bulunan kitabesi okunamayacak durumdadır. Şeyh Erzurumi Ahmet Eflaki’nin Ariflerin Menkıbeleri’ adlı eserinde Ulu Arif Çelebi’nin çağdaşı olarak anlatıldığına göre türbenin yapılışını XIV. yüzyılın ilk yarısı diye tarihlemek mümkün görünmektedir (2).
Erzurumî, halkın ifadesine göre, din uğruna çarpışan cengaver bir yiğittir. Erzurumî’nin 40-50 adamı muhtelif zamanlarda türbenin etrafına çadır kurar ve onu yalnız bırakmazlarmış.
Türbenin yanında bulunan kuyu, bugün kapanmıştır Türbe kare planlı olup, üzeri Türk üçgenleri ile geçişi sağlayan kubbe ile örtülmüştür (3). Türbenin yapımında düzgün kesme taş, moloz taş ve kaplama olarak da mermer kullanılmıştır. Doğu cephesindeki düz lentolu mermer söveli bir kapı ile içerisine girilmektedir. Güney duvarında yarım daire planlı mihrap nişinin üzeri üç dilimli bir kemerle sınırlanmıştır.
Eserin banisi ve mimarı bilinmemektedir. Türbenin, 1980 senesine ait fotoğraflarında harap durumda olduğu görülmektedir. Define arayıcılarının mezarı kazmalarından ve tahrip etmelerinden dolayı orjinal sanduka tahrip edilmiştir. 1995’lerdeki orijinal planına uygun olmayan restorasyonu sırasında doğu-batı doğrultusuna, sembolik, ahşap parmaklıklı bir sanduka konulmuştur. Bugün her çeşit dilek sahibi tarafından ziyaret edilir.



-----
(1) DEMİR Mustafa, Türkiye Selçukluları ve Beylikler Devrinde Sivas Şehri, Doktora Tezi, Ege Üni., İzmir, 1996
(2) Bir gün Çelebi Hazretleri (Tanrı onun zikrini yüceltsin) Sivas şehrinde bir büyüğün semasından çıkmıs, arkadaşların zaviyesine gidiyordu. Bir yol geçidinde bir kalabalığa rastladı. Orada sayısız halk toplanmıştı. Birinin orada, başını önüne eğmis ufak taşlarla oyun yaptığını, herkese önemsiz şeyler söyleyip gevezelikler ettiğini, bu aşağı tabakadan insanların onun önunde baş koyduklarını, onun da etrafına konulan yemeklerin, helvaların ve meyvelerin her birinden yediğini ve oradakilere attığını gördü. Bu kılık kıyafeti perişan karmakarışık, külhan dumanından kararmış, el ve ayak tırnakları son derece uzamış mavi gözleri üzerine yazı yazılmak üzere hazırlanmıs parlak deriden daha fazla parlayan bir adamdı. Çelebi:”Bu ne biçim adamdır” diye sordu. Ona uyanlardan biri: “Alemin kutbu, Adem’in sırrı olan Erzurumlu Hocadır” diye cevap verdi. Onun acayip halleri olduğunu söylerler. Şöyle ki o, süfli mugayyebattan haber verir ve verdiği haberlerin çoğu çıkardı. Onun bu hali Kur’an’da “şeytanlar sizinle mücadele etmek için dostlarına vahy ve ilhamda bulunurlar” (K. VI, 121) ayetinde buyurulduğu gibi şeytani vahy üzerine kurulmuştur. Nitekim melekler vasıtasıyla da velilere mahsustur. Avam takımı hakkı, batılı doğruyu, yalanı ayırt edemez.
Şiir:
İşin hakikatı şudur ki veliyi, veli bilir ve kutbu da kutub tanır, alimi alim anlar, arifi de arif tarif eder. Fazilet ehlini yalnız sahipleri bilir.- Ariflerin Menkıbeleri II., sh.446
(3) KAYA Aslı, Sivas’ta İl Merkezinde Türk Devri Türbe Mimarisi, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üni., Ankara, 2007